Saliha Hakan
Kapıyı yavaşça açtım… Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. İçeriden gelen sesler, bildiğim ama anlam veremediğim türdendi. Odaya adımımı attığımda gördüğüm manzara beni bir an dona bıraktı. Eşim yerde oturmuş, gözyaşlarına boğulmuştu. Hakan ise onun hemen yanında, sırtını sıvazlıyor, bir şeyler fısıldıyordu. İlk başta, aklımdaki tüm kötü senaryolar bir bir sıralandı gözümün önüne… Ama gördüğüm bu sahne öyle bir şey değildi. İkisi de bana doğru dönünce eşim yerinden fırlayıp yanıma geldi. Şaşkın ve suçlu bir haldeydi. “Sen… sen burada ne arıyorsun?” dedi fısıltı gibi bir sesle. “Bunu ben sana sormalıydım,” dedim. “Ne zamandır bizden bu kadar uzaktasın, ne zamandır burada bu kadar ağlıyorsun da bana hiçbir şey söylemiyorsun?” Hakan yerinden kalktı, bana yaklaşmadan, saygılı bir şekilde biraz geride durarak konuştu: “Bakın, ben karışmak istemem ama bence artık anlatma zamanı geldi.” Eşim, bir an gözlerimin içine baktı. O bakışta utanç vardı, çaresizlik vardı… ve belki de en çok da korku. “Bana bir şey oldu,” dedi sonunda. “Bir süre önce işlerimde büyük bir sorun yaşadım. Bir arkadaşım beni dolandırdı. Borçlarım birikti, iş yerinden de baskı görmeye başladım. Ne kadar saklamaya çalışsam da baş edemedim. Kendimi çok yetersiz hissettim… Sana söyleyemedim çünkü seni de bu bataklığa çekmek istemedim.” “Sana söylemem gereken şey şu…” dedi ve gözlerini yere indirdi. “Ben haftalardır Hakan’ın yanında kalıyorum çünkü psikolojik olarak çok kötüydüm. Hakan… benim küçüklük arkadaşım. Aynı okulda okuduk, beni yıllardır tanır. Onun desteğiyle terapiye başladım, ilaç tedavisine… Ama utandım. Karıma, çocuklarımın annesine anlatamadım. Sanki başarısız olmuşum gibi hissettim. Erkekliğim incinir sandım…” O an kalbim hem kırılmıştı, hem yumuşamıştı. Kafam çok karışıktı. Sessizlik çöktü. Sadece derin nefeslerimizin sesi duyuluyordu. Hakan tekrar söze girdi, “Gerçekten çok zor bir süreç geçiriyor. Ama bence birlikte olursanız, o zaman daha hızlı toparlanır. Ona en çok siz lazımsınız. O sadece bunu fark edemeyecek kadar kırılmıştı.” Ben bir adım geri attım. Odanın penceresinden dışarı baktım. Gece iyice çökmüştü. Sokak lambasının altında birkaç damla yağmur süzülüyordu. İçimde bir yanım çok öfkeli, bir yanım ise hâlâ seven bir kadındı. Çünkü ben onunla iyi günümde de kötü günümde de birlikte olmak istemiştim. Ve şimdi en kötü günlerinden biri olduğunu biliyordum. Yavaşça döndüm. Eşime yaklaştım. Ellerini tuttum. “Ben senin yanında olamadım, çünkü sen benim yanımda olmana izin vermedin. Ama hâlâ geç değil. Yeter ki dürüst olalım, yeter ki birbirimizden kaçmayalım.” Gözleri doldu. İlk defa uzun zamandır içten bir şekilde sarıldık. O gece oradan birlikte çıktık. Hakan, arkamızdan sessizce kapıyı kapattı. O günden sonra işler kolay olmadı. Ama daha açık olduk birbirimize. Daha şeffaf, daha içten. Aile terapisine başladık. Çocuklarımızla da bir gün her şeyi anlayacakları şekilde konuştuk. Yavaş yavaş toparlandık. Ben hâlâ onun karısıydım. O hâlâ benim hayat arkadaşım. Ve bazen en zor gecelerin sonunda, sabahlar en güzel şekilde doğar. O gece eve dönerken ikimizin de aklında birçok soru vardı. Arabada konuşmadık ama sessizlik, bağırıştan daha ağırdı. Birlikte eve döndük. Çocuklar çoktan uyumuştu. Eşim mutfağa geçti, ben oturma odasına. Birkaç dakika sonra elinde iki bardak bitki çayıyla yanıma geldi. Sessizce yanımda oturdu. İlk defa bir yabancı gibi hissetmeden, birbirimize ait olduğumuzu hatırladık. “Ben seni kaybetmekten çok korktum,” dedi, bardağını masaya bırakırken. “Ama o korku yüzünden seni uzaklaştırdım. En çok sana ihtiyacım varken senden gizlenmek, en büyük hatam oldu.” Gözlerim dolmuştu. “Ben de fark ettim aslında bir şeylerin ters gittiğini,” dedim. “Ama konuşmak yerine içine kapandıkça ben de gerildim. Belki seninle savaşmak yerine, seninle birlikte savaşmayı seçmeliydim.” Ertesi sabah farklı bir gün gibiydi. Sessiz ama daha umut doluydu. Kahvaltıyı birlikte hazırladık, çocuklar şaşkındı çünkü uzun zamandır böyle huzurlu bir sabah geçirmemiştik. Eşim o gün işe gitmedi. Birlikte oturduk, geleceğimizi konuştuk. Borçlarını, yaşadığı kaygıyı, Hakan’la terapi sürecini, her şeyi tek tek anlattı. Benim en çok dokunduğum an, eşimin şu sözleri oldu: “Ben senin gözlerinde güveni kaybettim Elif. Ama ben onu geri kazanmak için elimden geleni yapacağım. Çünkü bizim hikâyemiz burada bitmeyecek.” O günden sonra her şey bir anda düzelmedi elbette. Ama değişim başladı. Terapi seanslarına ben de zaman zaman katıldım. Duygularımızı konuşmayı öğrendik. En çok da affetmeyi… Hem kendimizi hem birbirimizi. Çocuklarımıza daha fazla zaman ayırdık. Onlarla doğa yürüyüşlerine çıktık, birlikte yemek yaptık. Eskiden sadece hafta sonları görüştüğümüz dostlarımızla artık daha sık bir araya gelmeye başladık. Evimizdeki sessizlik, yerini gülüşmelere bıraktı. Bir gün eşim elime küçük bir not bıraktı. Üzerinde şu yazıyordu: “Her gün aynı hataları yapmaktan korkuyorum ama senin elini tuttuğum sürece, düştüğüm her yerden birlikte kalkabileceğimizi biliyorum. Beni affettiğin için değil, hâlâ sevdiğin için teşekkür ederim.” Ben o notu hâlâ saklıyorum. Çünkü bazen sevgi sadece “seni seviyorum” demek değildir. Sevgi; sabretmektir, çabalamaktır, bazen kırıldığında bile birlikte iyileşmeye çalışmaktır. Yıllar geçse de o gece kapısını açtığım odada ne hissettiğimi unutamam. Ama o gece beni en çok şaşırtan şey, sandığımın aksine bir ihanet değil, bir yardım çığlığıyla karşılaşmış olmamdı. Ve bazen bir kapı, bizi hayatımızın karanlık noktasına götürse de… O kapının ardında, yeni bir başlangıcın ışığı da olabilir.
Son yorumlar