Hanımım gel al beni

u8j

Hasan babasını karın üzerinde, elleri titreyerek bulduğunda kalbi sıkıştı. Dizlerinin üzerine çöküp onu kucakladı. Babasının buz gibi yüzüne dokundu, parmaklarının soğukluğunu hissetti. Hasan’ın gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü, ancak hemen toparlandı.
“Babam, seni burada nasıl unuttular? Haydi içeri gidelim, seni hemen ısıtırız,” dedi titrek bir sesle.

Babası, Hasan’ın gözlerinin içine baktı, dudakları hafifçe titriyordu. “Oğlum, gelin haklı. Benim yüzümden huzurunuz kaçmasın. Ben iyiyim, merak etme,” dedi. Ancak sesi yorgun ve bitkindi.

Hasan bir an bile tereddüt etmedi, babasını kucakladı ve eve doğru taşıdı. Kapıyı açtığında içeriden kahkahalar yükseliyordu. Gelin ve annesi, sanki dışarıda kimse yokmuş gibi, sıcak sobanın başında neşeyle konuşuyordu. Hasan içeri adım atınca kahkahalar aniden kesildi.

“Baba ne yapıyordu dışarıda?” diye sordu, gözleri öfkeden alevlenmiş gibiydi. Gelin bir an donup kaldı, sonra annesine kısa bir bakış atarak, “Şey… Öksürüğü o kadar fazlaydı ki biraz dışarıda durursa iyi olur diye düşündüm,” dedi. Sesi cılız ve suçluluk doluydu.

Hasan babasını koltuğa oturttu, hemen bir battaniye getirdi. Ellerini ovuştururken öfkeyle gelinine döndü. “Bu nasıl bir vicdan? Babam size ne yaptı? Onun bu evde yeri yok mu? O benim babam, emanetim. Nasıl dışarıda bırakırsınız böyle bir soğukta?”

Gelin hiçbir şey diyemedi. Annesi araya girerek, “Hasan, kızını korumaya çalışıyordu. Bu yaşlı adamın öksürüğü yüzünden kimse uyuyamıyor,” dedi. Ancak Hasan’ın sabrı tükenmişti.

“Yaşlı adam dediğiniz benim babam. Bu evde o olmadan huzurum olmaz. Babam bir daha böyle bir muamele görürse, bunu affetmem. Ya hep beraber bir aile oluruz, ya da bu evin huzuru kaçar,” diye bağırdı.

Hasan’ın babası, oğlunun öfkesini yatıştırmaya çalıştı. “Oğlum, bağırma. Gelin haklı. Ben çok öksürüyorum, rahatsız oluyorlardır. Beni bir huzurevine yerleştirirsin, hem siz de rahat edersiniz,” dedi. Ancak bu sözler Hasan’ı daha da sarstı.

“Huzurevi mi? Baba, bu ev senin evin. Annemle birlikte bu evi kuran sendin. Bu ocak senin ocağın. Seni kimsenin üzmesine izin vermem,” dedi kararlı bir şekilde.

O gece Hasan, babasına daha sıcak bir oda ayarladı. Sobanın başında onunla oturup uzun uzun konuştu. Babası, gençlik günlerinden, annesiyle birlikte geçirdikleri güzel anılardan bahsetti. Hasan, babasının gözlerindeki yorgunluğun ardında derin bir hikaye olduğunu fark etti.

Ertesi gün Hasan, geliniyle oturup uzun bir konuşma yaptı. Ona aile olmanın önemini anlattı. “Evlilik sadece eşler arasında bir bağ değildir,” dedi. “Bu, iki ailenin birleşimidir. Babamı sevmek zorunda değilsin, ama ona saygı göstermek zorundasın. Çünkü o, benim bu dünyadaki en büyük değerim.”

Gelin, gözyaşları içinde suçunu kabul etti. Babasının yalnızlığını, Hasan’ın sevgisini anlamaya çalıştı. Onunla özür diledi ve babasına karşı daha anlayışlı olmaya söz verdi.

Hasan’ın babası, bir süre sonra bu evde daha rahat hissetmeye başladı. Gelin, zamanla onunla daha çok vakit geçirdi. Babasının anlattığı eski hikayeleri dinlerken, ona hak vermeye başladı.

Yıllar geçti. Hasan’ın babası hayata gözlerini yumduğunda, ailesi artık birbirine daha sıkı bağlı bir hale gelmişti. Hasan’ın evindeki o ilk soğuk kış gecesi, herkes için bir ders olmuştu. Sevgi ve aile bağları, her türlü zorluğun üstesinden gelmişti.

Hasan, her yıl babasının anısına bir kış akşamı, ailesiyle birlikte soba başında oturup hikayeler anlatırdı. Ve o gece, babasının söylediği şu sözleri asla unutmazdı:
“Evlat, insanın en büyük serveti ailesidir. Onlara sahip çıkmak, dünyanın en büyük mutluluğudur.”