Gülmekten altıma yapdım
iki
İki esrarkeş tövbe etmek için abdest almaya hamama giderler. Locada soyunurlarken birisinin cebinden sigaralık çıkar.
– Ben bunu içeceğim.
– Hayır hani tövbe edecektin.
– Para verdim. Güzelce sarar. Bir nefes,iki nefes derken dünya döner. Tam bu sırada locanın kapısı açılır ve muhafızlar içeri girer.
– Burası kralın boşaltın.
– Esrar içen “Alem buysa kral benim.” Kral gelir. Aksilik buya ayağı takılır düşer ve ölür. Muhafızlar krala benzeyen esrarkeşi tutup saraya götürürler. Önüne 3 tane ip getirirler ve derlerki:
– Birinci ipi çek sarışınlar gelsin, ikinci ipi çek esmerler gelsin, acıktınmı üçüncü ipi çek. Bir süre sonra 1. ip. Öfff alem. Bir süre sonra 2. Ip. Öfff alem. Karnı acıkır 3. ip. Altın taslar içinde yemekler. Yer içer sonunda sıkışır. Arar tarar fakat tuvaleti bulamaz. Tutar yemek yediği altın tasların birisinin içine sıçar. Tam o anda kafasında küt diye patlar.
– Hamam tellağı:
“ Ulan bir bir çektin anladık,ikinciye de okey hamam tasına sıçmanın alemi neydi.”
Hamam tellağının sözleriyle şoke olan esrarkeş, ne yapacağını şaşırmış halde başını kaşır ve etrafa bakınır. Muhafızlar ve diğer saray görevlileri, onun kral olduğuna hâlâ ikna olmuş durumdadır. Bir an, neyin gerçek neyin hayal olduğunu ayırt edemez hale gelir, ama durumu idare etmeye çalışır. Esrarkeş içinden, “Herhalde kral olmanın da bir bedeli varmış,” diye geçirir.
Tam o sırada sarayın kapısından içeriye, önemli bir toplantı için elçiler gelir. Muhafızlardan biri esrarkeşi dürtükler:
– Efendim, yabancı elçiler sizinle görüşmek istiyor.
Esrarkeş, “Yabancı elçi mi? Ben mi? Kimmiş bunlar?” diye homurdanır, ama ne dediği pek anlaşılmaz. Sonunda sarayın büyük salonuna, ağırbaşlı bir edayla yürüyerek geçer. Tahtına oturur ve elçilerin konuşmalarını dinlemeye çalışır. Fakat içindeki kafa dumanlı olduğu için söylenenleri tam olarak anlamaz, arada bir gözlerini kırpıştırarak, başını sallayarak, elçiler konuşurken onları onaylar gibi yapar.
Bir ara sıkılır, yanındaki muhafıza döner:
– Ya birader, bizim taslar nerde kaldı? Hem içmek lazım, hem yemek lazım! Kral dediğin böyle kuru kuru dinlemez ki!
Muhafız şaşkınlıkla ona bakar ama itiraz etmez, çünkü kralın tuhaf istekleri olduğunu biliyorlardır. Bir süre sonra, esrarkeşin önüne yine yemekler, içecekler gelir. Ama bu sefer onun gözü başka bir şeyde: Altın kaplama şarap kadehinde. Kadehi eline alır, kendince derin bir edayla elçilere doğru kaldırarak:
– Ben ki kralım, hem de âlemdeki en büyük kral! Beni kimse durduramaz! Alem buysa kral benim! diye haykırır.
Bu esnada elçiler, kralın bu garip tavırlarına hayretle bakmaktadır. Sarayın danışmanlarından biri duruma el koymak ister ve usulca yanına yaklaşarak:
– Efendim, acaba kendinizi iyi hissetmiyor musunuz? Belki biraz dinlenmek istersiniz, der.
Esrarkeş, danışmana dönüp kısık gözlerle bakarak:
– Hadi oradan be! Bu kadar âlemi boşuna mı yaptık? Hele şu tası getir, şu tası, hani yemek yediğimiz şu altın tas!
Danışman ne diyeceğini bilemez, ama isteklerini yerine getirmekte tereddüt etmez. Esrarkeş, sonunda tası eline aldığında:
– İşte kral olmak böyle bir şeymiş demek, diyerek tası kaldırır ve kendince büyük bir iş başarmış gibi zaferle güler.
Ancak o sırada sarayın gerçek görevlileri, kralın bu garip halleri karşısında iyice kuşkuya kapılmaya başlarlar ve fısıldaşırlar:
– Bu adam gerçekten kral mı? Yoksa başka bir oyun mu dönüyor?
Ve hikaye böyle devam eder: Esrarkeş, bir dizi garip olay ve komik yanlış anlaşılmalarla saraydaki maceralarına devam eder, ama kimse onun gerçek bir kral olmadığını anlayamaz.